Gözün Öyküsü'nden Dürtünün Saplantısına
- dogukancanbulut
- 27 May
- 3 dakikada okunur

Dürtü, içtepi, itki.... Bu kelimelerin hepsi aynı kavrama işaret etmektedir. Her sözcük kökü itibariyle fiil. Bir devinimin gösterenleri. İngilizce de yer alan “drive” kelimesi de yine bir hareketi ifade etmekte. Nitekim dürtü en açık bir eylem girdisi olarak okunabilmekte. Bunun yanısıra dürtü, Freud’un ifade ettiği şekliyle “zihinsel ve bedensel arasındaki sınır bir kavram.” Bu yönüyle Freud dürtü (Trieb) ile içgüdüyü (Instinkt) ayırmaktadır. İnsan dışındaki bazı canlı türlerinde görülen ve biyolojik davranış kalıplarını ifade eden içgüdü; katı, otomatik ve değiştirilemeyen bir doğadadır. Örneğin erkek dikenli balıkları üreme dönemlerinde kendi bölgelerini korumak için kırmızı karınlı başka erkek balıklara otomatik olarak saldırmaktadır. Burada yer alan görsel uyarıcı kırmızı karın, saldırı eylemini doğrudan başlatan koşullayıcıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; dikenli balıkların kırmızı alt kısma sahip tahta bir maket olması halinde dahi bu eylemi otomatik olarak başlatmalarıdır. İnsan söz konusu olduğunda ancak sınırlı sayıda içgüdüsel eylemden bahsedilebilir; Yeni doğan bebeğin koku, görsel kontrast ve sıcaklık ipuçları sayesinde anne memesini araması buna örnek verilebilir. İnsan davranışlarının neredeyse tamamı bir içgüdüsel eylemden ayrılacak biçimde çok daha karmaşıktır. İnsana özgü dürtü bilinçdışı yükle doludur ve bu sebeple analitik klinik istemediği halde bir eylemi gerçekleştiren ya da istediği halde gerçekleştiremeyen özneleri keşfetme çabası içindedir.
Dürtünün eylemsel doğası ve bilinçdışı ile olan yakın ilişkisi Bataille’nin Gözün Öyküsü eserinde okunabilir. Kitapta anonim baş karakterin, Simone isimli genç kız ile tanıştıktan sonra birlikte yaşadıkları erotik ve şiddet içeren eylemleri anlatılmaktadır. Hikayenin başında Simone’yi ilk kez gördüğü anı betimleyen baş karakter hemen ardından yakınlaşma sürecini aktarır. Sonrasında ise Simone ile yaptıkları geçmişteki bir kazayı anımsar: Bisiklet süren bir kızı arabayla ezmenin ardından uzun süre kızın ölen bedenini seyretmişlerdir. Bakışın ardından uyananan duyguyu dehşet ve umutsuzluk olarak nitelemesine karşın (ve tam da bu sebeple) baş karakter, peşi sıra gelen dürtüsel eylemlerinde bu tür bir jouissance’ın peşini bırakmamıştır.
Her biri bedendeki belli bir organla ilişkilenen dürtü kaynağı Gözün Öyküsü’nde ilkin Simone’ye bakışta, ardından arabayla ezdikleri kızın ölen bedenindeki bakışta şekillenir. Skopik doyum göz penceresinden uzanır ve nesnesini arar. Burada bakılan nesnenin niteliği yalnızca dürtünün doyumunu sağlayacak kadar esneme gereği duyar. Bedendeki diğer tüm dürtü yuvaları da aynı şekilde amacına ulaşmasını sağlayacak elverişliliği yeterli bulur. Dürtünün kısmi oluşu bedenin yalnızca ilgili parçasının doyuma ulaştığı ve tüm bedenin birbiriyle bağlantılı ortak bir doyumla ilgilenmediği anlamına gelir. Ayrıyetten, dürtü belirli bir nesneye yönelir ama asla doğrudan o nesneyi doyumla tüketmez. Bir çember gibi etrafında dolanarak jouissance fışkırtır. Örneğin bir dürtü kaynağı olan ağız ses çıkarmak, ısırmak ve öpmek gibi eylemleriyle haz üretir. Ancak her dürtüsel eylemden alınacak haz miktarı eksiktir, bir “climax (doruk)” oluşturmaz ve sağlanan doyum geçicidir. Geçmişte ‘tadına bakılan’ anneyle füzyonel birliktelik ve buradan sağlanan kesintisiz doyum yerini bölük pörçük ve süreksiz doyumlara bırakır. Bu yapısal eksiklik arzunun doğmasına yol açar.
Kimi kişiler veya kurumlar farkında olarak veya olmayarak bu yapısal eksikliği bir talep formuna indirgemesini ve buna uygun arz yaratmasını iyi bilmektedir. Örneğin kapital ekonomi yaşam boyu aranan eksiksiz tatminin durak noktalarını sürekli öteye taşır, bir olabilme hayalini diri tutar. Ya da kimi kişiler ilişkilerinde eksiksiz bir kişi izlenimi yaratarak buna ulaşabilme anahtarını kendilerinde saklarlar, bu cazip görünen gizin araştırılmasını ise bir ötekine bırakırlar. Tüm bu örnekler aslında eksikle hemhâl olan insanın hangi ölçekte dürtüyle ve eksikle ilişkilendiğini ortaya koyar. Burada düşlemlere değin bir sızıntı söz konusudur.
Dürtüyü doyuracak nesne özneden özneye farklılık göstermektedir. Kimi durumlarda ise dürtü nesnesine –onu tatmin eden şeye- saplanır. Arzu ekonomisinde yapısal bir semptom oluşur. Deyim yerindeyse bir nesne özne için daha değerlidir ve ona yönelik daha çok harcama yapılır. Gözün Öyküsü’ne yeniden dönülecek olursa, Simone’nin tuhaf alışkanlığını incelemek yerinde olacaktır. Simone öykünün bir yerinde kalçasıyla yumurta kırma eylemini yapmaktan kendisini alıkoyamamaya başlar, bu kendisine büyük bir tatmin sağlamaktadır. Anonim baş karakter de Simone’nin bu eylemini izler.
Bataille eserin sonunda yer alan ‘Anımsamalar’ bölümünde kitabın ‘yumurta’ ile ilgili olan kısmına yönelik olan hatıralarını da aktarır. Bataille babasının frengi hastası olduğunu; bu sebeple felç geçirdiğini ve kör olduğunu söyler. Felç ve körlük babasının normal insanlar gibi idrarını yapamamasına sebep olmaktadır. İdrarını koltuğunda buna özgülenmiş bir kaba yapmaktadır. Körlüğü sebebiyle tuvaletini yaparken de tam olarak üstünü örtemez. Bataille idrarını yaparken babasının gözbebeklerinin yukarı doğru çıktığını ve sadece gözünün ‘akını’ görebildiğini söyler. Bataille babasının gözbebeklerini yumurta ile ilişkilendirmiştir. Bu ilişkilendirme babasının idrar yaptığı -yani başka bir dürtü tatmini yaşadığı- esnada gerçekleşmiştir. Gözün Öyküsü’nün her bölümünde dürtünün idrar, yumurta ve gözlerle tatmin edildiği gözlemlenebilir. Bataille’deki bu saplanmanın kökeni bilinçdışında yatmaktadır. Babasının idrarını yaparken ‘gözlerinin dönmesi’ ve ak bir sıvının açığa çıkmasını Lacancı anlamda yorumlamak mümkündür. Analizin buradaki işlevi; tüm bu bağları açık edip öznenin dürtüsünün saplandığı hikayeyi yeniden yazmaktır.
Comentários