Lacan’ın Cinsiyetlenme Formülleri Üzerine (Ne Sahiplik Ne Temsil: Cinsiyetin Lacancı Çatlağı)
- dogukancanbulut
- 2 Ağu
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 2 Ağu
"Kadın yoktur, kadınlar vardır, ama Kadın erkeklerin bir rüyasıdır.” - Jacques Lacan (1975)
Özne, gösteren zincirine bir yerden bağlanmak zorundadır. Bu bağlanmanın toplumsal ilk durağı S1’dir. (efendi gösteren/master-signifier). Cinsiyetlenme kuramını ele alırken Efendi Göstereni ile başlamak kuramın toplumsal/ideolojik olanla ilişkisini göstermek açısından mühimdir. “Toplumsal söylem içinde ‘Kadın’ ve ‘Erkek’ kategorileri, anlam üretimini başlatan ve diğer tüm toplumsal rollerin, hakların ve davranış biçimlerinin etrafında dizildiği birer Efendi Gösteren (S1) gibi işlev görür. Efendi Gösteren bilgi üretimine yol açar ancak kendisi başka bir anlama dayanmaz. “Çünkü öyle”’ye gelinen yerdir.
Biyolojik Cinsiyet ve Ruhsal Cinsiyet
Çocuğun biyolojik cinsiyeti çoğu zaman doğum öncesi öğrenilir; buna uygun oda tasarımı, kıyafet alışverişi ve cinsiyete denk düşen toplumsal alışverişler çok önceden yapılır. Tüm bu belirlenimlerin temelinde biyolojik cinsiyetin (XX, XY) ruhsallıkta deneyimlenen cinsiyet ile denk düştüğü ya da denk düşmesi gerektiği varsayımı yatmaktadır. Bu noktanın doğrudan kabulü ve üretimlerin bu noktaya referans verilerek yapılması Efendi Gösteren’in sembolik otorite olduğunu gösterir. Sorgulamanın kesildiği daha öteye gidilemeyen yerdir. Evrenin başlangıcına verilen yanıttır.
Freud’a göre doğuştan cinsiyet farkı biyolojik anlamda vardır (organsal fark). Ancak bu farkın psişik anlamı yoktur. Bu anlamda cinsiyet bir veri (fact) değil, bir inşadır (construction). Çocuğun ruhsal cinsiyetlenmesi baba ya da anneyle özdeşleşmesi yoluyla gerçekleşir. Bu sebeple, bu sürecin başlamasından önce ‘cinsiyet var değildir’ denebilir.
Öznenin ayrışma ve yaşama yolculuğu özdeşimler yoluyla kurulmaktadır. Lacan özdeşimin rolünü 1. Seminer’de Dick vakasına atıfla şu şekilde belirtir: “(özne) belirli nesnelerle taslak özdeşimler kurar, onları geri çeker , başkalarıyla yeni özdeşimler kurar, vs. Her defasında anksiyete nihai özdeşimi, gerçekliğin sabitlenmesini durdurur. Fakat bu gidiş dönüşler, sonsuz derecede daha karmaşık olan insan gerçeğine çerçevesini sağlar.”
Bu pasajdaki anksiyete; öznenin özdeşleştiği şeyde erimesini engelleyen bir unsurdur. Ötekinin de eksik oluşu: Ⱥ ; bu özdeşleşmeyi kesintiye uğratır çünkü ona bütün bir anlamı verecek Öteki yoktur. Öteki’deki delik anlam arayışı içerisindeki çocuk için üzeri örtülebilir ve daha gizil yapıdadır. Nitekim kendisinin emeklediği yerde büyükler koşmaktadır. Özdeşleşme de bu örtülü sistem içinde kurulur. Çocukların bir süper kahraman (eksiksiz öteki) gibi davrandıkları ya da babalarını bu konumda gördükleri gözlemlenebilir. Fakat nihai özdeşleşme gerçekleşmez.
İki Eksikli Yaratım
Özdeşimin bu devinimsel hali zaman içinde “tutarlı”, “bütünlüklü” bir kimlik oluşumuna yol açabileceği gibi; öznenin kendisini daha boşlukta hissettiği varlığının dünya içindeki yerini sorguladığı bir konuma da itebilir. Tutarlı, eksiksiz ve bütünlüklü halin bir yanılsama olduğunu, “büsbütün” kurmaca olduğunu psikanalitik pratik defalarca göstermiştir. Bu sebeple Lacan, özneyi tanımlarken onun da üstünü çizer: $ (Split Subject)
Bu aşamada elimizde hem Ötekinin eksik olduğu Ⱥ, hem de öznenin eksik olduğu $ iki eksikli durum söz konusudur. Peki her iki tarafın eksik ekseninde olduğu bir senaryoda yaratım ya da devinim; daha büyük çıktıda Kültür nasıl doğmaktadır?
Aslında yaratımı mümkün kılan tam da bu gediktir. Zupancic eksiğin belirli bir varlık üretimesini, onun basitçe bir yokluk (without) olmaması, yokluğu –ile-birlikte (with-without) varlık olmasıyla bağlantılandırır. Nitekim bu hali “bu deliğin doğurduğu sonuçlar vardır; etrafında yapılandırılan şeyi belirler.” şeklinde ifade eder. Gedik ve bunun bir kayıp şeklinde deneyimlenmesi öznenin ve toplumsal ilişkilerin çokbiçimli şekillenişine yol açar. Onbinlerce kelimenin var oluşu ancak yine de tam içimizdekini anlatamamak –ancak yine de konuşmaya devam etmek böylesi bir gediğin sonucudur. Konuşmaya devam ederiz çünkü doğru kombinasyonun yakalamamız halinde derdimizi tam olarak dillendirebileceğimize inanırız. Burada depresif hastalardaki söz yitimi mefhumu paralel olarak düşünülebilir.
Aynı şekilde romantik ilişkilerin nasıl kurulacağı ve yönetilmesi gerektiği üzerine sayısız tavsiye, formül, hap bilgi sunulmaktadır. Psikoloji alanında da bunun karşılığı “İlişki Terapisi” adı altında meşrulaşmaktadır. Terapistin -Lacancı terminolojiyle ifade edecek olursak ‘bildiği varsayılan özne’ konumu, hastanın kendi üzerine daha derin bir analiz sürecine girebilmesinin ateşleyicisidir.Bu konum, öznelerin “sağlıklı bir ilişkiye” ulaşabilmelerindeki ‘bir bilenin’ yerini oluşturmaz. İlişki Terapisinin daha kapsamlı bir değerlendirmesi başka bir yazının konusu olduğundan şimdilik bu kadar değinmekle yetineceğim.
Eril ve Dişil Konumlanma
Tüm bu İkiden Bir Yapma yeltenmelerine karşılık Lacan “Cinsel ilişki yoktur [There is no sexual relation.]” şeklinde çarpıcı bir yorum yapar. Bu yorumun daha derin bir okuması, iki cins arasında karşılıklı tamamlanma ya da oransal bir ilişkinin namevcudiyetini gösterir. Peki bu ilişki neden yoktur? Çünkü Kadın ve Erkek konumları birbirini tamamlayan simetrik yapılar değildir; arzunun, fallusun ve eksikliğin farklı yerlerine konumlanmaktadır.
Erkek ve Kadın’ın esasen bir konumlanma meselesi olduğunu kavramanın doğal sonucu; biyolojik olarak erkek, kadın ya da interseks olmanın; Eril ya da Dişil pozisyonlanmaya doğrudan karşılık gelmediğini anlamaktır. Toplumsal düzey olmasaydı da Gerçek düzleminin (hormonlar, genler) bir yatkınlığa yol açabileceği elbette akla gelebilir. Ancak hormonların tekdüze olmayan yapısı ve gen-çevre etkileşimi düşünüldüğünde bu yatkınlığın boyutunu hesaplamak pek de mümkün değildir.
Lacan, Semptom Üzerine Cenevre Konferansında “Kadın yoktur [Woman does not exist.] kadınlar vardır, ama Kadın erkeklerin bir rüyasıdır. [There are women, but Woman is a dream of men.]” der. Lacan’ın bu yorumu Cinsiyetlenme Formülü aracılığıyla daha rahat okunabilir:

Tablo dört parçadan ve iki kısımdan oluşur. Üst kısımdaki mantık formülleri istisna-kural yapısına göre oluşturulmuştur. Üst katmanda yer alan mantık formüllerinin üzerindeki çizgi, onun ‘değili’ anlamına gelir. Sol taraf Eril pozisyonu, sağ taraf ise Dişil pozisyonu gösterir. Eril Taraf Sol üst kısmın en tepesindeki ilk satırda bulunan mantıksal formülasyon; Fallik işlevin dışında kalan (kastrasyona tabi olmayan) Bir’in mevcut olduğunu yazar ↓

Freud Totem ve Tabu adlı eserinde İlksel Baba’dan bahseder. İlksel Baba, kabile içinde tüm kadınlara erişimi olan, hiçbir yasanın onu sınırlandırmadığı bir Erkektir. Kabile içindeki diğer erkeklerle rekabet halinde değildir. Lacan, Freud’daki bu miti fantezi şeklinde yeniden okur.Bu erkeğin bir fantezisidir, varsayımsal figürdür. Erkek böylesi bir Bir’in olduğunu kurgular.
Freud’un ilksel Baba’sına karşılık Lacan, Kadın’ın da (Woman) baba’nın adlarından biri olduğunu ifade eder. Kadın, sınırsız jouissance’a sahip, yasaya tabi olmayan ve yine erkeğin fantezi ürünü bir figürdür. Deneyimlediği jouissance dilin ötesindedir. Öteki jouissance’tır. Lacan’ın işaret ettiği Azize Teresa’nın deneyimlediği zevktir. Ancak bu zevk Kadın’da(Woman) bir kısmıyla içinde olma hali ile değil, zevke sınırsız erişim haliyle belirir. Lacan bu Öteki jouissance’ı “sırtlarındaki kambura rağmen” (fallusa) sezinleyen ya da hisseden erkeklerin de olduğunu söyler. Bu da, Lacan’da kadın ve erkeğin bir konumlanma meselesi olduğunu bize tekrar hatırlatır.
Hemen altındaki satırda yer alan formül herkesin kastrasyona tabi olduğunu ifade eder ↓

Ancak sol üst köşedeki her iki formül bir arada okunduğunda belli bir anlam kazanır. Nitekim herkesin kastrasyona tabi olmasına yol açan eylem keyiften feragat etmeyen ilksel Baba’nın, muaf Bir’in kaldırılması yoluyla olur. Mitteki ilksel Baba’nın öldürülmesi yoluyla herkes eksik olmayı kabullenir ve ilksel Baba’nın temsil ettiği şeyden vazgeçer. Buradaki temel önerme Erkek özne için yasanın, sadece istisna figürü sayesinde işlediğidir. Fantezi de bu çerçeve yoluyla kurgulanır.
Tablonun sol altında yer alan formül kastrasyona uğramış öznenin fantazm aracılığıyla arzunun nedenine yönelmesini ifade eder. ↓

Eksik özne arzusunu 'a' adlı eksik nesne etrafında yapılandırır. Erkeğin öteki ile ilişkilenebilmesi ancak kendi fantezisine uyması halinde ve bu yolla mümkündür. Lacan bu durumu “Öteki olan cinsel partnerine ancak bu partner kendi arzusunun nedeni olduğu ölçüde erişebilmektedir.” şeklinde ifade eder. Ve tabloya bakıldığında arzunun doğmasına yol açan a’nın Dişil tarafta olduğu görülebilir.
Tabloda sol tarafta yer alan bir sembol daha bulunmaktadır: Φ (fallus) ↓
Erkek tarafına yazılan fallus eksikliğin simgesel işareti ve örtüsüdür. Eril özne fallusa sahip olduğunu iddia ederek eksik değilmiş gibi konumlanır. Ancak bu sahiplik hep kırılgandır çünkü fallus gerçek değil, kırılgandır. Bu sebeple sürekli olarak yeniden üretim, gösterme ve ispatlama ihtiyacı doğar. Bir erkek; partnerine maddi güç, başarı veya cinsel performans üzerinden kendini değerli göstermeye çalışabilir. Daha belirgin bir örnek olarak siyasal alandaki saray inşa etme kültürü akla gelebilir. Bu öznenin fallusa sahip olduğunu ispat etme çabasıdır. Fakat tam da bu ispat etme çabası eksikliğin gösterenidir. Dişil Taraf Tablonun sağ tarafına geçildiğinde Dişil konumlanmanın matematiğini irdeliyoruz. Sağ üst, ilk satırda yer alan formülünün doğrudan okuması “hiçbir özne yoktur ki fallik fonksiyona tabi olmasındır.” ↓

Daha geniş açıdan kastrasyondan sıyrılabilen, Simgeselden tamamen muaf bir kişinin olmadığını ifade eder. Bu formül, fallik işlevin evrensel karakterini koruduğunu, yani her öznenin — ne kadar simgesel yasaya marjinal olarak katılsa da — simgeselin dışında bir “tam özerklik” yaşayamayacağı anlamına gelir. Bu “dışarılık”, Simgeselin tanımladığı bir “dışarılık”tır. Bu kısmın daha iyi anlaşılması altında yer alan formülün incelenmesiyle daha da açıklık kazanır.
Hemen altındaki satırda bulunan formül, her öznenin fallik fonksiyona tabi olmadığını ifade eder. ↓

Lacan’ın “pas-toute” (tümel olmayan) ifadesi bu formüle dayanır: kadınlar fallik yasaya tam olarak dahil olmaz, ancak bu onları yasa dışı bir istisna hâline de getirmez. Kadınların fallik sisteme tam olarak yazılamayışı fallik jouissance’a ek, fazladan bir zevk yaşamasına alan açar: Öteki jouissance.
Öteki jouissance ayrı bir yazıyı hak etmekle birlikte, söze dökülemez (fallik sistemin dışında) olan yapısı dolayısıyla daha çok uzaktan bakma biçiminde bir gözlemi mümkün kılar. Ancak Öteki jouissance’ı anlamanın en iyi yolunun bu topraklardan geçtiğini düşünmekteyim. Tasavvuf geleneğinde; benliğin aşılması, öznenin kendinden kopuşu ve Tanrı’ya (Hakikate) ulaşma deneyimi bu tür bir jouissance biçimini yansıtır. Bu dünyaya ait olmayan, insan ilişkilerindeki dinamiklerin dışında, mistik bir deneyim hali. Eksiğin artık zevki. Bilinçdışına ait zevk. Tasavvuftaki fenâ, bast, şevk ve vecd gibi kavramlar bu perspektiften okunabilir.
Tablonun sağ alt kısmına geçtiğimiz vakit La’dan çıkan okun hem fallusa Φ hem de s(Ⱥ)’ya gittiği görülür. Bu dişil öznenin, hem fallik fonksiyona yazıldığını hem de haricen varolduğunun ifadesidir. ↓

Lacan “s(Ⱥ) dediğim sadece ve sadece kadının jouissance’ıdır.”der. Bu Öteki jouissance’tır. Zupancic burada dişil öznenin s(Ⱥ) ilişkilenmesi sebebiyle onun fallusla olan Φ ilişkisinin de erkeğinkinden farklı olduğunu belirtir. Erkek özne fallik yasaya tamamen tabidir ve arzusu fallus üzerinden işler. Kadın özne de fallik yasaya tabidir ancak aynı zamanda onu aşar. Bu sebeple kadının fallusla ilişkisi doğrudan bir sahiplik ilişkisi değildir.Kadının fallusla ilişkisi her zaman dolaylıdır, maskeler ve temsiller aracılığıyla kurulur ve bu yolla işler.
Kadının fallusla olan maskesel ilişkisi, histerik yapılanma üzerinden anlaşılabilir. Elda Abrevaya “Anne, küçük kızın kadınsılığının aynasıdır. Annesinde, annelik işlevinin ötesinde, kadın olmaya dair göstergeleri bulmaya ihtiyaç duyar.” der. Bu tespit, Freud’un Dora vakasında gözlemlediği çatışmalarla doğrudan ilişkilidir. Dora, annesiyle kurduğu ilişkiyi pas geçer gibi görünse de, onun kadınsılığına ilişkin bir tür boşlukla karşı karşıyadır. Annesi, Dora'nın gözünde sadece bir ev kadını, bir temizlik ve düzen makinesi olarak temsil edilir; cinsel ve arzusal bir figür değil. Dora, bu nedenle annesinde “kadın”a dair simgesel bir temsil bulamaz. Bu boşluğu, yani kadınsılığın eksik aynasını, başka kadın figüründe, Bayan K.'da arar. Bayan K., babası tarafından arzu edilen kadın olarak, Dora'nın hem arzusunun hem kıskançlığının nesnesi haline gelir. Dora’nın çatışması, kadınsılığın ona sunulan aynasında kendi yerini bulamamasıyla başlar: Bakar, özenir, yakınlaşır fakat tam o anda uzaklaşır. Kadın olmayı arzular ama bu arzuya sahip olmaktan korkar. Bu ikili hareket -hem yaklaşmak hem uzaklaşmak- histerik özneyi kadınsılığı doğrudan sahiplenmek yerine, onu bir maske gibi taşıdığı bir pozisyona iter. Kadınsılık burada, sabit bir kimlik değil, başkasının arzusu karşısında oynanan bir roldür. Dora'nın Bayan K.'ya yönelen bakışı, kadınsılığı bir yandan arzulanabilir bir pozisyon olarak kurarken, diğer yandan bu pozisyona tam anlamıyla yerleşmeyi imkânsız kılar. Kadınsılık burada özdeşleşilecek bir sabite değil, başkasının arzusu karşısında devreye giren bir temsil düzlemine dönüşür. Joan Riviere’in belirttiği gibi, kadınsı davranışlar özne tarafından bir maske gibi taşınır: hem arzuyu uyandıran hem de arzunun tehdidinden koruyan bir kılıf gibi. Dora'nın konumu, bu maskeyi takma ve aynı anda onun bir maske olduğunu fark etmenin rahatsızlığıyla onu geri çekme arasında salınır. Son olarak Eril kısımdan çıkan $ → a formülasyonunda, küçük a nesnesinin neden dişil tarafta olduğuna değinilebilir. Zizek, The Fragile Absolute adlı eserinde “According to Lacan, woman is for men reduced to objet a — but what if it is the other way round?” (Türkçesi: Lacan’a göre kadın, erkek için nesne a’ya indirgenir — ama ya mesele tam tersi ise?) diyerek nesne a’nın neden tablonun dişil tarafında yer aldığını açığa kavuşturur. Ancak aynı zamanda durumun ötesini de sorgulamaya açar. Erkek özne kadını arzular. Fakat arzusu fanteziyle kaplıdır; gerçek nedenin ne olduğu belirsizdir. Kadın özne ise, nesneye yapışıp kalmaz. Onun ilgisi, daha çok neden arzuladığını, arzusunun neyi eksiklik üzerinden ürettiğini anlamaya yöneliktir: "Ben bu adamı istiyor muyum? Ya da onun istediği kişi olmayı mı istiyorum?" Kadın bu anlamda arzusunun içsel mantığını sorgular. Kaynaklar • Abrevaya, E. (2021). Kadınlığın uzun ve dolambaçlı yolu. Bağlam Yayınları.
• Freud, S. (1998). Olgu öyküleri I. (A. Eğrilmez, Çev.). Payel Yayınları.
• Freud, S. (2021). Totem ve tabu. (Z.A. Yılmazer, Çev.). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. (Orijinal eser 1913 yılında yayımlanmıştır.) • Korulsan, C. (2019, Eylül 15). Semptom üzerine: Cenevre konferansı. Ceren Korulsan. https://cerenkorulsan.com/2023/02/07/semptom-uzerine-cenevre-konferansi/
• Lacan, J. (2019). Yine/Hâlâ. (M. Erşen, Çev.). Metis Yayınları.• Lacan, J. (2024). Seminer Kitap 1 – Freud’un Teknik Yazıları. (C. Özcan, Çev.). Encore Yayınları.
• Zizek, S. (2009). The fragile absolute: Or, why is the Christian legacy worth fighting for? Verso.
• Zupančič, A. (2021). Cinsellik nedir? (B. E. Aksoy, Çev.). Metis Yayınları. (Orijinal eser 2017 yılında yayımlanmıştır.)
Yorumlar