Psikanalitik Edimin Kılavuz İlkeleri - Eric Laurent (Çeviri)
- dogukancanbulut
- 22 Eyl
- 5 dakikada okunur
"Psikanalizin yalnızca tek bir düzenliliği vardır: o da, her öznenin kendi tekilliğini ortaya koymasını sağlayan özgün senaryosudur. Bu nedenle psikanaliz bir teknik değil, her bireyi kendi tekilliğini ve istisnasını üretmeye teşvik eden bir söylemdir."
2004 yılında Comandatuba’da düzenlenen WAP Kongresi’nde Genel Delegasyon, Genel Kurul’a bir “İlkeler Bildirgesi” sundu. Bu Bildirge, sonrasında farklı Okullar tarafından dikkatle incelendi. Konseyler, yaptıkları incelemelerin sonuçlarını, gözlemlerini ve yorumlarını aktardılar. Bu çalışmaların ardından, şimdi Genel Kurul’a, kabul etmenizi rica ettiğimiz “Psikanalitik Edimin Kılavuz İlkeleri”ni sunuyoruz.
Birinci İlke
Psikanaliz bir konuşma pratiğidir. Tek bir psikanalitik seansta bir araya gelen iki kişiyi içerir: analist ve analizanı. Analizan onu seansa neyin getirdiğini, ızdırabını ve semptomunu anlatır. Bu semptom, özneye söylenmiş ve onu incitmiş sözlerle, bir de dile getirilemeyen ve ona acı veren şeylerle örülmüş olan bilinçdışının maddiliğine tutunur. Analist, analizanın sözlerini noktalayarak onun bilinçdışının ipliğini örmesine imkân tanır. Dilin kudreti ve onun mümkün kıldığı hakikat etkileri –ki buna yorumlama denir– bilinçdışının gerçek gücüdür. Yorumlama, hem analizanda hem de analistte kendini gösterir. Ancak ikisinin bilinçdışıyla kurdukları ilişki aynı değildir; çünkü birisi bu deneyimi sonuna kadar taşımış, diğeri ise henüz taşımamıştır.
İkinci İlke
Bir psikanalitik seans, öznenin bağlandığı en sabit özdeşimlerin çözülebileceği yerdir. Psikanalist, analizanın seans dışında kendini zorladığı geleneklerinden, normlarından ve kurallarından uzaklaşmasına alan açar. Her bireyin kimliğini oluşturan dayanakların köklü bir sorgulanmasını mümkün kılar. Bu radikal sorgulamanın keskinliğini, yalnızca her öznenin kendine özgü klinik durumunu gözeterek törpüler. Bunun dışında hiçbir ölçütü hesaba katmaz. Analistin konumunun özgüllüğü, öznesi için sorgulamayı, açılımı ve bilmeceselliği ayakta tutmasından gelir. Bu nedenle, muhatabının ona yüklemek istediği rollerden hiçbirini benimsemez; uygarlıkta halihazırda var olan herhangi bir efendi konumu ya da ideal konumla da özdeşleşmez. Bir anlamda analist, arzunun söz konusu olduğu yerden başka bir yere yerleştirilemez.
Üçüncü İlke
Analizan analiste seslenir. Söylediklerinin karşılığı olarak analiste duygular, inançlar ve beklentiler yükler; ayrıca, önceden sezdiği bu inanç ve beklentiler üzerinden etkide bulunmak ister. Analizan ile analist arasındaki alışverişte anlamın ortaya çıkarılması tek mesele değildir. Burada konuşanın bir niyeti de söz konusudur. Burada mesele, muhataptan, yitirilmiş bir şeyi geri kazanmaktır. Bu nesnenin geri kazanımı Freudcu dürtü mitini çözmenin anahtarıdır. İşte bu; iki partneri birbirine bağlayan aktarımı kurar. Lacan’ın, öznenin kendi mesajını Öteki’nden tersine çevrilmiş biçimde aldığına dair formülü, hem anlamın çözülmesini hem de öznenin hitap ettiği kişiyi etkileme isteğini kapsar. Son kertede, bir analizan konuştuğunda, söylediklerinin anlamının ötesinde, Öteki’deki beklentilerinin, inançlarının ve arzularının muhatabına ulaşmak ister. O, fantazisinin muhatabını hedefler. Psikanalist ise kendi fantazisinin doğasına dair analitik deneyimle aydınlanmış olarak bunu dikkate alır. Fakat bu fantazi adına eyleme geçmekten geri durur.
Dördüncü İlke
Aktarım bağı, Lacan’ın deyimiyle “Öteki’nin mahâllini” (locus of the Other) varsayar; bu mahâll, özellikle herhangi bir başkası tarafından yönetilmez. Burası, bilinçdışının konuşma özgürlüğünü en yüksek derecede deneyimleyebildiği, dolayısıyla kendi cazibelerini ve zorluklarını yaşayabildiği mekândır. Burası aynı zamanda, fantazi nesnelerinin en karmaşık ayna oyunlarının ortaya konabildiği yerdir. Bu nedenle bir psikanalitik seans, sürece dışsal bakışla katılan üçüncü bir kişiye izin vermez; üçüncü kişinin varlığı yalnızca Öteki’nin mahali ile sınırlı kalır. Dolayısıyla bu ilke, herkesin konumunu dayatmaya ve psikanalitik tedaviye önceden belirlenmiş bir amaç atamaya çalışan otoriter üçüncü tarafların müdahalesini dışlar. Analizi veya analisti değerlendiren ve üçüncü taraflar zincirine dahil olan üçüncü kişinin otoritesi, analizan, analist ve bilinçdışının arasındaki sürece doğrudan dahil olmaksızın, dışarıdan geçerlilik kazanır.
Beşinci İlke
Psikanalitik tedaviye yön veren standart bir tedavi, genel bir prosedür yoktur. Freud, satranç benzetmesini kullanarak, yalnızca bir oyunun başında ve sonunda kurallar ve tipik hamleler bulunduğunu belirtmiştir. Kuşkusuz, Freud’dan bu yana satrancı biçimsel hale getirmeyi mümkün kılan algoritmalar giderek güçlenmiştir. Bu algoritmalar bir bilgisayarın hesaplama gücüyle birleştirildiğinde, bir makinenin insan oyuncuyu yenmesi mümkün hale gelir. Ancak bu, satrançtan farklı olarak psikanalizin bir algoritma biçiminde sunulamayacağı gerçeğini değiştirmez. Bunu Freud’un kendisinde de görebiliriz: Psikanalizi belirli vakalar aracılığıyla aktarmıştır: Sıçan Adam, Dora, Küçük Hans gibi... Kurt Adam vakasıyla birlikte vaka öyküsü bir krize girmiştir. Freud, bir vakadaki birbiriyle iç içe geçmiş süreçlerin karmaşıklığını artık tek bir bütün hâlinde toplayamaz hâle gelmişti. Bu durum psikanaliz deneyiminin teknik bir prosedüre indirgenmekten çok uzak olduğunu gösterir; psikanalizin yalnızca tek bir düzenliliği vardır: o da, her öznenin kendi tekilliğini ortaya koymasını sağlayan özgün senaryosudur. Bu nedenle psikanaliz bir teknik değil, her bireyi kendi tekilliğini ve istisnasını üretmeye teşvik eden bir söylemdir.
Altıncı İlke
Bir tedavinin süresi ve seansların ilerleyişi standartlaştırılamaz. Freud’un tedavi süreleri değişkenlik göstermiştir. Bazıları tek bir seansla sınırlıydı, örneğin Gustav Mahler’in analizi; bazıları dört ay sürdü, Küçük Hans vakasında olduğu üzere; bazıları bir yıl, Fare Adam’daki gibi; bazıları ise yıllarca devam etti, Kurt Adam’da olduğu gibi. O günden bu yana bu çeşitlilik ve farklılaşma artmaya devam etmiştir. Ayrıca psikanalizin danışma odası dışındaki ruh sağlığı ortamlarında uygulanması, psikanalitik tedavilerin süresindeki farklılaşmaya katkıda bulunmuştur. Klinik vakaların çeşitliliği ve psikanalizin uygulandığı yaşın farklılıkları, günümüzde bir analiz süresinin en iyi ihtimalle kişiye özel olarak tanımlanabileceğini göstermektedir. Bir analiz, analizanın yaşadığı deneyimden yeterince tatmin olduğu noktaya kadar devam eder. Amaç bir normun uygulanması değil, öznenin kendisiyle bir uzlaşıya varmasıdır.
Yedinci İlke Psikanaliz, öznenin tekilliğini normlara, kurallara, belirlenimlere ya da gerçekliğin standartlarına göre uyumlaştırmaya yönelmez. Psikanaliz, en temelde, öznenin eksiksiz bir cinsel tatmine ulaşmadaki yetersizliğini ortaya koymuştur. Bu yetersizlik ‘kastrasyon’ terimiyle adlandırılır. Dahası, Lacan’la birlikte psikanaliz, cinsiyetler arası ilişkide bir normun olamayacağını ortaya koymuştur. Tatminin de normun da olmadığı yerde, her öznenin, kendi semptomunu temel alarak kendine özgü bir çözüm üretmesi gerekir. Kimi çözümler daha tipik olabilir, gelenek ve ortak kurallara daha çok yaslanabilir; buna karşılık, Bazı çözümler, alışılmışın dışında bir kopuş üzerinden veya kişisel, gizli yollarla biçimlenebilir.Yine de şu gerçek değişmez: temelde, cinsiyetler arasındaki ilişki için “herkes için geçerli” tek bir çözüm yoktur. Bu anlamda bu ilişki, tedavi edilemez olanın mührüyle damgalıdır ve daima bir şey eksik kalacaktır. Konuşan varlıklar için cinsellik, “tümel olmayandan” (pas-tout / not-all) kaynaklanır. Sekizinci İlke Analitik eğitim, üniversite eğitiminin normlarına veya uygulamada kazanılanların değerlendirilmesine indirgenemez. Analitik eğitim, bir söylem olarak kurulduğu günden bu yana üç ayağa dayanır: kuramsal eğitim seminerleri (yarı-akademik); eğitim gören psikanalistin kendi analizini sonuna kadar sürdürmesi (buradan eğitimsel etkiler doğar); ve süpervizyon aracılığıyla pratiğin pragmatik aktarımı (meslektaşlar arasında uygulama üzerine yapılan konuşmalar). Freud bir dönem, bir psikanalitik kimliğin belirlenebileceğine inanmıştı. Ancak psikanalizin başarısı, uluslararasılaşması ve yüzyılı aşkın süredir birbirini izleyen çoklu kuşaklar, bu psikanalitik kimlik tanımının ne kadar yanıltıcı olduğunu göstermiştir. Bir psikanalistin tanımı, bu kimlikteki çeşitliliği de içerir; aslında tanımın kendisi bu çeşitliliktir. Psikanalizin tanımı bir ideal değildir; psikanaliz tarihini ve farklı söylemler bağlamında psikanaliz diye adlandırılanları kapsar. Psikanalist unvanı, birbiriyle çelişen öğeler içerir. Bir yandan, genel diploma sistemine dayanan akademik, üniversite veya eşdeğer bir eğitim gerekir; diğer yandan, özgünlüğü korunarak, meslektaş gözetimi altında aktarılan bir klinik deneyim şarttır; Ayrıca, bütünüyle tekil bir psikanaliz deneyimi de gereklidir. Genel, özel ve tekil düzeyler birbirinden farklıdır. Psikanalitik hareketin tarihi, bu farklılıklar üzerindeki tartışmaların ve yorumlamaların tarihidir. Bu, psikanalizin Büyük Söyleşisi’nin bir parçasını oluşturur ve kimin psikanalist olduğunu belirlemeyi mümkün kılar. Bu belirleme, psikanalitik kurumlar niteliğindeki topluluklarda uygulanan prosedürler aracılığıyla gerçekleştirilir. Bir psikanalist asla tek başına değildir; tıpkı bir şaka gibi, kendisini tanıyan bir Öteki’ye bağımlıdır. Bu Öteki, normatif, otoriter, düzenleyici ya da standartlaştırılmış bir Öteki’ye indirgenemez. Bir psikanalist, psikanalitik deneyimden umabileceği kazanımı elde ettiğini ve böylece Lacan’ın deyimiyle bir ‘geçişi’(pass) tamamladığını tasdik eden kişidir. Bu aşamada, özne kendi çıkmazlarını aştığına ötekileri de tanık eder. Bu geçiş üzerine uzlaşma sağlama amacıyla yürütülen görüşmeler, psikanalitik kurumlar çerçevesinde gerçekleşir. Daha derin anlamda, bu süreç psikanaliz ile medeniyet arasındaki Büyük Söyleşi’nin içine yazılmıştır. Psikanalist, kendi içine kapanık değildir. İyi niyetli muhataplarına ve aydınlanmış görüşlere seslenmekten geri durmaz; onları etkilemeyi ve psikanaliz davası lehine temas kurmayı hedefler. Kaynaklar •Laurent, É. (2006, Temmuz 16). Guiding principles for any psychoanalytic act. https://www.lacan.com/ericlaurent.html
.png)


Yorumlar